31 Ağustos 2010 Salı

KENDİNİ OLGUNLAŞTIRAN ÖYKÜ - SEMİH GÜMÜŞ

Yayımladığı ilk metinler yazarın geleceğine ilişkin ipuçlarını verir, ama o geleceğin nerede, nasıl oluşacağını belirtmez. Daha doğrusu, yazarın yazıyla yaşayan geleceğini yayımladığı ilk metinlere bakarak çıkarıyorsak eğer, buna, yazara göre değişen iki yorum getirilebilir: İlki, o yazarın başlangıçtaki özelliklerine dayanıp kendini sürekli yinelediği; ikincisiyse, sonradan anlaşılan ustalığı daha baştan kazandığı.
Behçet Çelik bu tür yorumların da dışında tutulması gereken öykücülerden. Şimdi özellikle Gün Ortasında Arzu kitabında kendi ustalığını yakaladığı görülüyor; bu arada, ikinci kitabı Yazyalnızı'nda (1996) bulduğu öykücü kişiliğiyle Gün Ortasında Arzu arasında belirgin bir uzaklık da var. Yazyalnızı'nın da Behçet Çelik'in öykücü kişiliğini yansıttığı söylenebilir elbette ki, bu da öykücü için olumlu bir kayıttır. Arada Herkes Kadar (2002), Düğün Birahanesi (2004) var ve Yazyalnızı ile Herkes Kadar arasından geçen, bir öykücü için uzun sayılması gereken altı yıl aslında, Behçet Çelik'in kendi öykücülüğüyle ilgili verilmiş kararlarla geçmiştir. Çünkü bu iki kitap arasında değerlendirilmesi gereken bir düzey farkı var. Behçet Çelik de öykücü kimliğini ilk kitabında yazdığı öykülerden sonra gelen üç kitabında bulduğunun farkındadır.
Gene de Gün Ortasında Arzu, Behçet Çelik'in öykücülüğündeki en önemli basamağı gösteriyor. Bu düzeyin son kitabında ortaya çıkması yazarın sürekli gelişme çizgisinin yukarı doğru ivmelendiğinin işaretidir ki, her kitapta yeni bir çözümleme de gerektirir bu değişim.
Gün Ortasında Arzu'daki öykülerin belirgin özellikleri şunlar:
Okurken anlaşılmayan hiçbir şeyin kalmadığı duygusunu veren yalın anlatım biçimi.
İlk okumada tanıdık gelen ilişkilerin ardından kendilerini açan saklı anlamlar.
Gücünü sıradanlığın içtenliğinden alan öykü dünyası.
Süssüz, söz sanatlarına çok az yer veren, doğrudan anlamla varolan dili.
Bu dilin kısa tümcelerle kurulması.
Ucu kapalı görünen tümcelerin okurda yarattığı çağrışımların çokluğu.
Behçet Çelik'in akrabaları
Behçet Çelik'in, öykü dünyasını adım adım tamamlama sürecinde yakınlık duyduğu, seçip kendini onlara yaklaştırdığı öykücüler elbette var. Raymond Carver, Vüs'at O. Bener ve Barış Bıçakçı ile akrabalığı olduğu belirtiliyor. Ben bunu Behçet Çelik'in en çok yakınlık duyduğu, sevdiği yazarlar biçiminde anlıyorum. Öykülerinin bu üç yazarla da yakınlığı olduğu söylenebilir elbette; gelgelelim, Raymond Carver ile ancak aynı büyük dünya içinde bulunur. Behçet Çelik'in öykülerindeki olağan ilişkilerin yanında, Carver'ın sert bir hayatın okuyanın da canını yakan öyküleri daha uzakta durur. Aslında Carver'ı kendine yakın görmek, yazdıklarıyla ona yaklaşmaktan daha önemli ve bu, tanımı açık seçik yapılabilecek bir öykü anlayışı edinmektir.
Vüs'at O. Bener ile de aynı ailenin köklerinden çıkan eski bir akrabalık ilişkisi yaşamış Behçet Çelik; ama neden sonra yakın geçmişteki Vüs'at O. Bener öykülerine bakınca, o akrabalığın bugün artık zayıfladığı görünüyor. Dost ve Yaşamasız'daki öykülerle Gün Ortasında Arzu arasında doğrudan ilişkiler kurulabilirken, Siyah Beyaz ya da Kara Tren ile birbirine dost, ama iki ayrı dünyayı paylaştıklarını söylemek gerekir.
Bu tür saptamalar yazarın yazınsal yerini bulmaya yarar. Bunun gerekli olduğuna hep inandım. Bir yazarın yazınsal serüvenini yapıtlarından çıkarak çözümlemeye çalışınca, o yazarın, parçası olduğu edebiyatın neresinde bulunduğu; kimlere, niçin yakın durup kimlerden, niçin uzak bulunduğu saptanır ki, bunların her biri için yakın okumalar yanı sıra, edebiyatın bütününe de büyük ölçüde egemen olmak gerekir. Eleştiriyi bu düzeyde alabilen anlayışların yazınsal eleştiri sayılabileceği ve günümüz edebiyatının parçası olmayı onların hak edeceği söylenebilir.
Behçet Çelik'in Barış Bıçakçı ile akrabalığına gelince, orada daha sıkı ve şimdilik kopmaz görünen bir ilişki var, ama hemen akla gelebilir: Kendini aynı kuşaktan sayılabilecek bir yazara yakın görmek, Behçet Çelik'i kuşağının en iyi öykücülerinin gerisinde mi konumlandırır? Behçet Çelik de kendini orada mı görmektedir? Sanırım yanıt şöyle verilmeli: Öykü ve yaratıcılık söz konusuysa, yazarın kendini ötekilerle karşılaştırması ancak yazınsal bir karşılık arama düşüncesinden gelir.
Behçet Çelik, gerçekten de Barış Bıçakçı ile aynı öykü anlayışında bulur kendini. Gün Ortasında Arzu'daki öykülerin bazılarındaki uzak benzerliklerin yanında, arada çok yakın bağlar da var. Okurun, okuduğu metinle arasında hiçbir uzaklık görmediği öykülerdir Behçet Çelik'in öyküleri. Ama yazınsal değeri yüksek bütün edebiyat yapıtlarında, görünenin ardında saklı duran ve çözülmeyi bekleyen anlamlar bulunur. Bunlar bazen aynı anlam ve dil düzleminde durur, ama doğrudan anlamların yanı sıra dolaylı anlamlar üstünde durmaya başlamak, çok yalın görünenin aslında farklı bir gerçekliği olduğunu gösterir. Okuma da o gerçekliği aramaktır elbette. Yoksa okumanın tadı yerine, hazır anlamlarla halledilir kitaplar.
Behçet Çelik'in öykülerindeki görünenin ardındaki gerçekliğin yakın okumalar gerektirdiğinden söz ediyorum. Bir de Gün Ortasında Arzu'nun bütününde var olan durumlar, insanlar arasındaki ilişkiler, kadınla erkeğin birlikte yaşadığı iletişimsizlikler, sıkıntı, birbirini anlayamama var ki, onlar birbirine açıkça kenetlenmiş dururken ayrıntılarda farklılaşıp şaşırtır.
Kimileri bugün bile, Öykü ille belli bir anlamı etkileyici biçimde vermeli, öykü sonları "dan" diye vurmalı okuru, diyor. Neyseki Behçet Çelik bu anlayışın dışında durur ve onun bütün öyküleri yazınsal bakımdan çoktan olgunlaşmış, yeni bir anlayışın ürünüdür ve sonlarında okuru avlamaya çalışmazlar.
Öyküde yalınlığın sonuçları
Behçet Çelik'in öykülerindeki anlatımı yumuşaktır. Seçtiği sözcükler ve dil biçemi, bir durumu tırmalayıcı sözcüklerle anlatmak yerine, usul usul dile getirmeye uygundur. Bir kadınla erkeğin yanaklarını yanaklarına değdirmeden ayrılmalarını, iki eski arkadaşın karşılıklı uyumsuzluklarını anlatırken aynı biçem içinde kalır. En güzel öyküleri arasında bulunan "Olağan Cumartesi"de iki arkadaş arasındaki uzak ilişkiyi, "Müstesna Eylül"de genç kadınlarla erkekler arasındaki uzaklıkları, "Hâkim Amca Beni Sormuş"ta bir yazarın ayrıntılara dönük sezgilerinden çıkabilecek sıradışı durumların nasıl öyküye dönüşebileceğini çarpıcı bir yalınlık içinde verirken, gitgide ustalaştığı diyaloglara da özellikle eğilmek gerekir.
Gün Ortasında Arzu'daki öykülerin kısa ve belli anlamları sarmakla yetinen tümcelerden oluşması da bir özellik elbette. Bu anlayış bir öykü ailesini anlatır. Ama kimi genç yazarların dili, bazen kırk yıl önceki ustalarınkinden daha derin anlamlar taşıyor. Bu kaygı şimdiki yazarlarda çok belirgin. Sözgelimi Barış Bıçakçı'nın dili bu titizliğe apaçık bir örnek sayılmaz mı?
Barış Bıçakçı ya da Behçet Çelik'in sahip olduğu bu dil, anlatım biçimi ve öykü anlayışından hiç ayrılmadan yazmayı sürdürmek olası mı, sorusu da gelir elbette. Çünkü bu seçimin hemen kendini ele vermeyen öyle bir doğası var ki, yazarın önüne sürgit kendi durumundan hoşnut kalabilme alışkanlığı kazandırma, böylece yıllar sonra hiç farkında olmadan eskime tehlikesi de çıkarabilir.
Belki Barış Bıçakçı gittiği yoldan hemen ayrılmayı düşünmüyor, ama bir önseziyle belirtebiliriz ki, Behçet Çelik zamanla değişecek bir anlayışı izliyor. Neden sonra başkalaştıracağı şimdiki yazınsal seçimleri nereye evrilebilir?
Düğün Birahanesi'ndeki "Ötedeki" öyküsü, Behçet Çelik'in bildiğim tek uzun öyküsü. Yazdıklarının büyük bölümünü okumuş biri olarak, onun yakında roman yazmayı da deneyeceğini sanıyorum. Yazacağı romanda gene öykülerindeki dili kullanacaktır, ama ister istemez, zorlayarak.
Yeniden akrabalarına dönersek, Behçet Çelik'in Vüs'at O. Bener'in sesini, Barış Bıçakçı'nın yalnızlık sırlarını aldığını söyleyebiliriz. Raymond Carver ile uzak düşmesinin nedeni, karşısına aldığı gerçekliğin ister istemez taşıdığı farklılığın derinliği olmalı. Uzanıp da tutamamak gibi.
Gün Ortasında Arzu'daki on sekiz öykünün yalnızca üçü daha önce yayımlanmış. Bunun da özel bir yazarlık tutumu olduğunu düşünebiliriz. Oradan Behçet Çelik'in kendinden öte savlar taşımayan, bulunduğu yeri aydınlatmayı amaçlayan, yazdıklarını olgunlaştırmadan yayımlamayı düşünmeyen, bu son kitabından sonra kuşağının daha çok göz önünde tutulması gereken öykücülerinden biri olduğunu söyleyebiliriz.

Radikal Kitap
, 8 Şubat 2007

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder